22 Ekim 2016 Cumartesi

Sinemamıza Altın Portakal rüyası mı, altın bir “Rüya” mı gerek?

Derviş Zaim
53. Uluslar arası Antalya Film Festivali her zamanki heyecan ve koşuşturmaca arasında geçip gitmek üzere. Antalya halkının gerçekten ciddi bir ilgi gösterdiği festival, uluslar arası olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. Holywood'un dünyaca tanınan yüzleri hemen her yıl festivalde konuk ediliyor ve bu katılımları Antalya'nın gelecekte aranan, katılabilmek için davet umulan bir festivale dönüşmesi bağlamında birikim sağlıyor.

Yıllardan beri yaptığım gibi bu yıl da ulusal yarışmayı takip ettim. Altın Portakal rüyası görerek filmlerini festivale gönderen sinemacılarımız arasında şanslı olan 12 si seyirci ve jüri karşısına çıktı. Bu filmler arasında “usta” yönetmenlerin yetkin filmleri olduğu gibi, ilk filmini çekenlerin veya ustalaşma yolunda olanların filmleri de dikkat çekmeyi başardı. Mesela Rıza Sönmez ilk gün gösterilen ilk filmi “Orhan Pamuk’a Söylemeyin Kars’ta Çektiğim Filmde Kar Romanı da Var”, ciddi bir gündem oluşturdu: çok konuşuldu… Bu çok normal bir durum olmasına rağmen benim daima yadırgadığım başka bir durum daha var. Çok uzun yıllardan beri yurt içi ve yurt dışı festivallerde deneyim kazanmış bazı sinefiller ve (hadi ben de bir kavram uydurayım) “festivalfiller” daha ilk günden itibaren bazı filmler için kulis yapmaya veya ödül almasını umduğu/arzu ettiği filmleri gündeme getirerek fikir toplamaya çalışıyor… Bu tür ödül kulisçileri adil/hakkaniyetli bir jürinin bile şaibe altında kalmasına sebep oluyor. Maalesef 53. festival günlerinde de bu tür kulisçiler, ödül simsarları hiç boş durmadı…

SOSYOLOJİK VE İDEOLOJİK SAPMALAR
53. Festival’in su götürmez biçimde iki favorisi var. Derviş Zaim (Rüya) ve Yeşim Ustaoğlu (Tereddüt). Jürinin dikkatini çekecek diğer filmler, Seren Yüce’nin “Rüzgârda Salınan Nilüfer”, Mehmet Can Mertoğlu’nun “Albüm”, Ümit Köreken’in “Mavi Bisiklet”, Tayfur Aydın’ın “Siyah Karga”sı. Barış Kaya- Soner Caner’in ilk film “Rauf” filmi ise benim, “sanatın ideolojiye bilinçli şekilde alet edilmesi” kategorisine rahatlıkla yerleştirebileceğim bir yapım. Teröre kurban olmak için dağa çıkan bir genç kıza âşık olan bir çocuğu takip eden kamera, aşk ve masumiyeti terörist (ve tabii terör) lehinde bir kutsamaya dönüştürerek Türkiye halkının yüzde 90’ının kalbini kırıyor…

Erkan Tahhuşoğlu ve Ayhan Salar’ı Eşik filmini hikâyesi, oyunculuklar ve anlatım bakımından yeterli bulmadığımı açık yüreklilikle söylemem gerek. Mete Gümürhan’ın “Genç Pehlivanar”ı da bütün sevimliliğine rağmen benim ödül kategorimin sınırlarına dâhil olamadı. Kıvanç Sezer’in Babamın Kanatları, pek çok festival takipçisinin dediği gibi “klasik” anlatımıyla ve bazıların deyimi ile “demode”. Etiketlemeler sanatta ne kadar doğrudur tartışılır ama ben, "Babamın Kanatları"ndaki Müslüman Kürtlerin davranışının Türkiye’de yaşayan Kürtleri yansıtmadığını düşünüyorum. Bu coğrafyanın sosyolojik yapısına ters bir hikâye. Filmde anlatıldığı gibi iyi oyuncu Menderes Samancıların canlandırdığı karakter tabii Müslüman! Allah’tan, güç dilediği eylem İslamın şiddetle men edip haram kıldıklarından…
Gözde Kural’ın "Toz"unu maalesef rahatsızlığım sebebi ile kaçırdım.

ANADOLU AYDINLANMASI OLMADI 
CİNSEL AYDINLANMA UYAR MI?
Uluslararası Antalya Film Festival’ini en dişe dokunur filmlerinden
Yeşim Ustaoğlu
Tereddüt, Türkiye'nin kanayan yaralarından biri üzerinden yürüyen dikenli hikâyesiyle dikkat çekiyor. Yeşim Ustaoğlu ustalaşmış bir yönetmen ama tüm hikâyelerinde olduğu gibi “Tereddüt”de de bir yarımlık hissediliyor. Remzi Oğuz Arık’ın 35-40 yıl önceki bir makalesinde yazdığı gibi, Türkiye maalesef “daha çocuk olmadan anne olmuş” kadınların ülkesi.  Yani bu sorun tarihi-sosyolojik bir gerçek ve kökü derinlerde olan ciddi bir mesele. Cumhuriyet’in en büyük yenilgilerinden biri... Çok erken bir dönemde “milletvekili, belediye başkanı seçmek için “oy” hakkı tanınan kadınlar, geleneksel sosyal yapı yüzünden “eş seçme” hakkını günümüze kadar tam bir katılımla elde edemediler. Bu kısıtlamaya “İslami kılıf” uyduran ham yobazlar ise aslında uydukları âdetin eski İran, Arap ve Mezopotamya “kanunsuzlukları” olduğundan bihaber…

Yeşim Ustaoğlu elbette “bilim değil film yapıyor” ama mesela Atıf Yılmaz’ın yıllar önce didik didik ettiği “cinsel uyanışa” odaklanacak yerde başını derinde yatana çevirse daha mı iyi olurdu demeden edemiyorum…
Ecem Uzun

Not: Bu arada Ustaoğlun’nun psikolojide vak'a çözmek için kullanılan “boş sandalye- empty chair” tekniğini çektiği sahnedeki yönetmenlik becerisi ve bilhassa genç oyuncusu Ecem Uzun’un oyunculuk performansını takdirle anarken “Les Miserables” filmindeki sahneye selam mı  verdiler çözemedim...

Yukarıdaki satırlarda “Altın Portakal rüyası” gören filmlerden söz ettim. Sıra “altından bir sinema estetiği/dili” rüyaları gören bir yönetmenin “Rüya”sından bahsetmeye geldi… Gerçeği söylemek gerekirse, Derviş Zaim, Türk sineması için gerçek bir kazanç. Ulusal (klasik/geleneksel) kültür ve onun sinemada temsili (yani bizden öncekiler tarafından var edilmiş sanat dallarını sinemada ifade etme) konusunda kafa yoran, fikir üreten ve bunu eserine yansıtan, yaşayan birkaç yönetmenden olup “kendi rüyasını gören Rüya” ile “kes-yapıştır” metodunun dışına çıkmayı başarmış bir sanaçı!
Derviş Zaim, 53. Festivalin “ulusal yarışması” için gerçekten özgün ve yetkin bir yarışmacı… Ona başarılar diliyorum... 


Derviş Zaim’in filmi ile ilgili sohbetinin bilhassa ilk 2 dakikasını dinlemenizi öneririm…







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder